22 Mart 2012 Perşembe

En büyük sanat şudur: Hayatın bütün alanında beceriyle yaşamak.


Güzellik ve Sanatçı
J.Krishnamurti
Soru: Bir sanatçının ne olduğunu merak ediyorum. Orada, Gan nehrinin kıyılarında, karanlık bir odanın içinde bir adam oturuyor; ipek ve altınla en güzel sariyi (Hindu kadınların bedenlerine sardıkları ipekten ya da pamuklu kumaş) örüyor; Paris'teyse, atölyesindeki başka bir adam. kendisine ün getireceğine inandığı bir resim. yapıyor. Erkekle kadının eski, çok eski sorununu anlatan hikayeleri kurnazca eğiren bir yazar var bir yerde; sonra, Iaboratuarındaki bilim adamı ve aya gidilebilsin diye bir roketin milyonlarca parçasını bir araya getiren teknisyen var.
Hindistan'daysa müziğinin imbikten geçirilmiş güzelliğini, yozlaştırmadan iletebilmek için bir müzıkçı çok sade bir hayat yaşıyor. Bir yemek hazırlayan ev kadını ve koruluklarda yalnız yürüyen ozan var. Bunların hepsi de kendi yollarında yürüyen birer sanatçı değil mi?
Güzelliğin, herkesin ellerinin içinde olduğunu hissediyorum, ama bilmiyorlar bunu. Güzel giysiler diken ya da şahane ayakkabılar yapan adam, masanızdaki şu çiçekleri düzenleyen kadın, herkes güzel olanla iş görüyorlar sanki. Yaratıcı, sanatçı diye adlandırılan ressam, heykeltraş, beste ve yazarın niçin bu dünyada bu kadar olağanüstü bir öneme sahip olup da, ayakkabı yapıcısının ya da aşçının aynı öneme niçin sahip olmadığını sık sık merak ediyorum. Onlar da yaratıcı değiller mi?
İnsanların "güzel" diye gördüğü bütün anlatım çeşitliliklerini düşündüğünüz zaman, gerçek bir sanatçının hayattaki yeri nedir ve kimdir gerçek sanatçı? Güzelliğin, bütün hayatın özünün ta kendisi olduğu söylenir. Güzel olduğu düşünülen şuradaki yapı da o özün anlatımı değil mi? Bütün bu güzellik ve sanatçı sorusunu ele alırsanız gerçekten çok mutlu olacağım. 
Krishnamurti: Kuşkusuz ki sanatçı, eylemde beceri sahibi olan kişidir, değil mi? Bu eylem hayatın içindedir, dışında değil, Bu yüzden, sanatçıyı gerçekten ortaya çıkaran, beceriyle yaşamaktır. Bir çalgıyı çalarken. şiir yazarken ya da resim yaparken, bu beceri, gün içinde bir kaç saat için etkinlik gösterebilir, ya da çeşitli değişik ortamlarda çalışmış olan, Rönesans'ın büyük adamları gibi öylesine çeşitli bölümlerde beceri sahibiyse, biraz daha çoktur bu etkinlik. Ama, bir kaç saatlik müzik ya da yazı yazış, sanatçının, düzensizlik ve karışıklık içindeki geriye kalan hayatıyla çelişki içinde olabilir.
Böyle bir kişi, sanatçı mıdır? Keman sanatla çalan ve gözü de ünde olan kişi, kemanla ilgili değildir. Ünlü olmak için kemanı kullanıyor sadece; "ben", müzikten daha önemli olmuştur ve bir gözü ünde olan yazar ya da ressam için de böyledir bu. Müzikçi, "ben"ini, güzel müzik diye düşündüğüyle özdeşleştiriyor; sofu kişi, "ben"ini yüce diye düşündüğüyle özdeşleştiriyor. Bunların hepsi de kendi özel küçük alanlarında beceri sahibidirIer, ama hayatın geniş alanının geriye kalanına önem gösterilmemiş. Demek ki, eylemdeki, yaşayıştaki, becerinin ne olduğunu bulmamız gerekiyor; yalnızca resimde, yazıda ya da teknolojide değil; hayatın bütününü beceri ve güzellikle insanın nasıl yaşayabileceğini.
Beceri ve güzellik aynı mıdır? Sanatçı olsun ya da olmasın, insan, hayatının bütününü beceri ve güzellik içinde yaşayabilir mi? Yaşamak, eylemdir ve bu eylem acı doğurucu olduğu zamansa, beceriyle dolu olmaktan uzak düşer. Demek ki, acı olmadan, sürtünme olmadan, kıskançlık ve hırs olmadan, herhangi bir çeşit çatışma olmadan yaşayabilir mi insan? Sorun, kimin bir sanatçı olduğu, kimin bir sanatçı olmadığından çok, bir insanın, sizin ya da bir başkasının, işkence ve bir çarpıklık olmaksızın yaşayıp yaşayamayacağıdır. Büyük müziği, büyük heykeli, büyük şiiri ya da dansı küçük görmek ya da onlara dudak bükerek, saygısızlıktır kuşkusuz; insanın kendi hayatı içinde bir beceriye sahip olmaması demektir bu.
Ama, eylemdeki beceri olan sanatçılık ve güzelliğin, bütün gün boyunca etkinlikte olması gerekir; günün sadece birkaç saati içinde değil. Gerçek uğraş budur; piyanoyu güzelce çalmak değil sadece. Piyanoya dokunduğunuzda, onu güzel çalmanız gerekir, ama yeterli değildir o ... Kocaman bir tarlanın küçücük bir köşesini ekip biçmeye benzer bu. Tarlanın bütünüyle ilgiliyiz biz ve o tarlaysa hayattır. Sürekli olarak yaptığımız, tarlanın bütününü boşlayıp onun parçalan, kendimizin ya da başkalarının parçaları üzerinde yoğunlaşmak oluyor. Sanatçılık, bütünüyle uyanık olmaktır, bu yüzden de hayatın bütün eylemi içinde beceri sahibi olmaktır; güzel olan budur. 
Soru: Fabrika işçisinin ya da bir dairede çalışan kişinin durumu nedir? Bir sanatçı mı o? Onun işi, eylemdeki beceriyi engellemiyor mu, herhangi bir başka şeyde beceri sahibi olmayacak biçimde öldürmüyor mu o kişiyi? Kendi işi tarafından koşullandırılmıyor mu o? 
Krishnamurti: Kuşkusuz ki koşullandırılıyor. Ama eğer uyanırsa, ya işini bırakacaktır, ya da sanatçılığa dönüştürecektir işini. Önemli olan "iş" değildir, "işe" uyanık olmaktır. Önemli olan, işin koşullandırması değildir, önemli olan uyanmaktır. 
Soru: "Uyanmak"la ne demek istiyorsunuz? 
Krishnamurti: Yalnızca, durumlar, meydan okuyuşlar, bir felaket ya da neşe karşısında mı uyanırsınız? Yoksa, herhangi bir neden olmaksızın da bir uyanık olma durumu var mıdır? Eğer bir olay, bir neden karşısında uyanık duruma geçerseniz, o zaman ona bağımlı olursunuz; bir ilaç, cinsellik, resim yapmak ya da müzik olsun, bir şeye bağımlı olduğunuz zaman, uykuya yanılmanıza izin veriyorsunuz demektir bu. Demek ki, herhangi bir bağımlılık, becerinin sonu, sanatçılığın sonudur. 
Soru: Hiç bir nedene sahip olmayan bu öteki uyanıklık durumu nedir? İçinde ne bir neden, ne de bir sonucun olmadığı bir zihin durumundan söz ediyorsunuz. Bir nedenin sonucu olmayan bir zihin durumu olabilir mi ? Bunu anlamıyorum. çünkü düşündüğümüz her şey ve olduğumuz her şey, kuşkusuz ki bir nedenin sonucu. Neden ve sonucun sonsuz zinciri var. 
Krishnamurti: Bu neden ve sonuç zinciri sonsuz, çünkü "sonuç", "neden" oluyor ve "neden" daha başka "sonuçlar" doğuruyor ve böylece sürüp gidiyor. 
Soru: O zaman, bu zincirin dışında ne gibi bir eylem var? 
Krishnamurti: Bütün bildiğimiz, bir nedene, bir dürtüye sahip olan eylem; bir "sonuç" olan eylem ... Bütün eylemler, ilişki içindedir. Eğer ilişki, "neden" üzerine kuruluysa, kurnazca uyum sağlamaktır bu ve bu yüzden de kaçınılmaz olarak aptallığın, donukluğun başka bir biçimlerine götürür. Nedensiz olan, özgür olan biricik şey, aşktır. Aşk; güzelliktır, beceridir, sanattır. Aşk yoksa, sanat da yoktur. Sanatçı enstrümanını güzelce çalıyorken, "ben" yoktur, aşk ve güzellik vardır. Budur sanat. Bu, eylemdeki beceridir. Eylemdeki beceri, "ben"in yok olmasıdır. Sanat, "ben"in yok olmasıdır. Ama, hayatın bütün alanını boşlayıp yalnızca küçücük bir bölümü üzerinde yoğunlaştığınız zaman "ben", ne kadar yok olursa olsun hala beceriden uzakta yaşıyorsunuz ve bu yüzden de bir hayat sanatçısı olmuyorsunuz. Yaşarken "ben'in olmaması, aşk ve güzelliktir ve kendi becerisini kendisi getirir.
En büyük sanat şudur:
Hayatın bütün alanında beceriyle yaşamak.
 
Soru: Aman Tanrım! Bunu nasıl yaparım? Görüyorum, kalbimde hissediyorum onu, ama nasıl sürdürebilirim? 
Krishnamurti: Onu sürdürmenin hiç bir yolu yok, onu beslemenin hiç bir yolu yok, onun hiç bir alıştırması yok; sadece onu görmek var. Bütün becerilerin en yücesi, görmektir.
( Değişmek Zorundayız - J.Krishnamurti )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder