29 Mart 2012 Perşembe

J. Krishnamurti | İç Özgürlük


J. Krishnamurti | İç Özgürlük

Mart 15th, 2012 
‎”Eminim şöyle bir şey yaşamışsınızdır: Bir sorununuz var ve bunun hakkında düşünüyorsunuz, bunu tartışıyor, bunun hakkında kaygılanıyorsunuz. Bunu anlamak için düşünce sınırlarınızın içinde her türlü olasılığa başvuruyorsunuz. Sonunda ‘artık yapamıyorum’ diyorsunuz. Bunu anlamanıza yardım edebilecek hiç kimse yok, hiç bir guru, hiç bir kitap yok. Sorunla baş başa kaldınız ve hiç bir çıkış yolu yok.
Sorunu bütün gücünüzü kullanarak sorgular, nihayetinde onu bir yana bırakırsınız. Zihniniz artık bu sorundan dolayı kaygılı ve hırpalanmış değildir. Artık ‘bir yanıt bulmalıyım’ demeyi kesmiştir ve böylece sessizleşmiştir. İşte bu sessizlik içinde yanıtı bulursunuz.
Bu olağanüstü bir şey değildir. Büyük matematikçiler, bilim adamları bunu yaşarlar. Sizler de bunu arada sırada günlük yaşamınızda deneyimlersiniz.
Bu ne anlama gelir? Zihin düşünce gücünü son noktasına kadar işletmiş ve bir yanıt bulamadan bütün düşüncelerin sonuna gelmiştir; dolayısıyla sessizleşmiştir. Bıkkınlıktan yorgunluktan dolayı değil, ’sessiz olacağım ve böylece yanıtı bulacağım’ dediği için değil. Yanıtı bulmak için olası her şeyi yaptığından, zihin kendiliğinden sessizleşir. Bu sessizlikte bütün sorunlarımızı çözecek bir algılama hali gizlidir.”

22 Mart 2012 Perşembe

En büyük sanat şudur: Hayatın bütün alanında beceriyle yaşamak.


Güzellik ve Sanatçı
J.Krishnamurti
Soru: Bir sanatçının ne olduğunu merak ediyorum. Orada, Gan nehrinin kıyılarında, karanlık bir odanın içinde bir adam oturuyor; ipek ve altınla en güzel sariyi (Hindu kadınların bedenlerine sardıkları ipekten ya da pamuklu kumaş) örüyor; Paris'teyse, atölyesindeki başka bir adam. kendisine ün getireceğine inandığı bir resim. yapıyor. Erkekle kadının eski, çok eski sorununu anlatan hikayeleri kurnazca eğiren bir yazar var bir yerde; sonra, Iaboratuarındaki bilim adamı ve aya gidilebilsin diye bir roketin milyonlarca parçasını bir araya getiren teknisyen var.
Hindistan'daysa müziğinin imbikten geçirilmiş güzelliğini, yozlaştırmadan iletebilmek için bir müzıkçı çok sade bir hayat yaşıyor. Bir yemek hazırlayan ev kadını ve koruluklarda yalnız yürüyen ozan var. Bunların hepsi de kendi yollarında yürüyen birer sanatçı değil mi?
Güzelliğin, herkesin ellerinin içinde olduğunu hissediyorum, ama bilmiyorlar bunu. Güzel giysiler diken ya da şahane ayakkabılar yapan adam, masanızdaki şu çiçekleri düzenleyen kadın, herkes güzel olanla iş görüyorlar sanki. Yaratıcı, sanatçı diye adlandırılan ressam, heykeltraş, beste ve yazarın niçin bu dünyada bu kadar olağanüstü bir öneme sahip olup da, ayakkabı yapıcısının ya da aşçının aynı öneme niçin sahip olmadığını sık sık merak ediyorum. Onlar da yaratıcı değiller mi?
İnsanların "güzel" diye gördüğü bütün anlatım çeşitliliklerini düşündüğünüz zaman, gerçek bir sanatçının hayattaki yeri nedir ve kimdir gerçek sanatçı? Güzelliğin, bütün hayatın özünün ta kendisi olduğu söylenir. Güzel olduğu düşünülen şuradaki yapı da o özün anlatımı değil mi? Bütün bu güzellik ve sanatçı sorusunu ele alırsanız gerçekten çok mutlu olacağım. 
Krishnamurti: Kuşkusuz ki sanatçı, eylemde beceri sahibi olan kişidir, değil mi? Bu eylem hayatın içindedir, dışında değil, Bu yüzden, sanatçıyı gerçekten ortaya çıkaran, beceriyle yaşamaktır. Bir çalgıyı çalarken. şiir yazarken ya da resim yaparken, bu beceri, gün içinde bir kaç saat için etkinlik gösterebilir, ya da çeşitli değişik ortamlarda çalışmış olan, Rönesans'ın büyük adamları gibi öylesine çeşitli bölümlerde beceri sahibiyse, biraz daha çoktur bu etkinlik. Ama, bir kaç saatlik müzik ya da yazı yazış, sanatçının, düzensizlik ve karışıklık içindeki geriye kalan hayatıyla çelişki içinde olabilir.
Böyle bir kişi, sanatçı mıdır? Keman sanatla çalan ve gözü de ünde olan kişi, kemanla ilgili değildir. Ünlü olmak için kemanı kullanıyor sadece; "ben", müzikten daha önemli olmuştur ve bir gözü ünde olan yazar ya da ressam için de böyledir bu. Müzikçi, "ben"ini, güzel müzik diye düşündüğüyle özdeşleştiriyor; sofu kişi, "ben"ini yüce diye düşündüğüyle özdeşleştiriyor. Bunların hepsi de kendi özel küçük alanlarında beceri sahibidirIer, ama hayatın geniş alanının geriye kalanına önem gösterilmemiş. Demek ki, eylemdeki, yaşayıştaki, becerinin ne olduğunu bulmamız gerekiyor; yalnızca resimde, yazıda ya da teknolojide değil; hayatın bütününü beceri ve güzellikle insanın nasıl yaşayabileceğini.
Beceri ve güzellik aynı mıdır? Sanatçı olsun ya da olmasın, insan, hayatının bütününü beceri ve güzellik içinde yaşayabilir mi? Yaşamak, eylemdir ve bu eylem acı doğurucu olduğu zamansa, beceriyle dolu olmaktan uzak düşer. Demek ki, acı olmadan, sürtünme olmadan, kıskançlık ve hırs olmadan, herhangi bir çeşit çatışma olmadan yaşayabilir mi insan? Sorun, kimin bir sanatçı olduğu, kimin bir sanatçı olmadığından çok, bir insanın, sizin ya da bir başkasının, işkence ve bir çarpıklık olmaksızın yaşayıp yaşayamayacağıdır. Büyük müziği, büyük heykeli, büyük şiiri ya da dansı küçük görmek ya da onlara dudak bükerek, saygısızlıktır kuşkusuz; insanın kendi hayatı içinde bir beceriye sahip olmaması demektir bu.
Ama, eylemdeki beceri olan sanatçılık ve güzelliğin, bütün gün boyunca etkinlikte olması gerekir; günün sadece birkaç saati içinde değil. Gerçek uğraş budur; piyanoyu güzelce çalmak değil sadece. Piyanoya dokunduğunuzda, onu güzel çalmanız gerekir, ama yeterli değildir o ... Kocaman bir tarlanın küçücük bir köşesini ekip biçmeye benzer bu. Tarlanın bütünüyle ilgiliyiz biz ve o tarlaysa hayattır. Sürekli olarak yaptığımız, tarlanın bütününü boşlayıp onun parçalan, kendimizin ya da başkalarının parçaları üzerinde yoğunlaşmak oluyor. Sanatçılık, bütünüyle uyanık olmaktır, bu yüzden de hayatın bütün eylemi içinde beceri sahibi olmaktır; güzel olan budur. 
Soru: Fabrika işçisinin ya da bir dairede çalışan kişinin durumu nedir? Bir sanatçı mı o? Onun işi, eylemdeki beceriyi engellemiyor mu, herhangi bir başka şeyde beceri sahibi olmayacak biçimde öldürmüyor mu o kişiyi? Kendi işi tarafından koşullandırılmıyor mu o? 
Krishnamurti: Kuşkusuz ki koşullandırılıyor. Ama eğer uyanırsa, ya işini bırakacaktır, ya da sanatçılığa dönüştürecektir işini. Önemli olan "iş" değildir, "işe" uyanık olmaktır. Önemli olan, işin koşullandırması değildir, önemli olan uyanmaktır. 
Soru: "Uyanmak"la ne demek istiyorsunuz? 
Krishnamurti: Yalnızca, durumlar, meydan okuyuşlar, bir felaket ya da neşe karşısında mı uyanırsınız? Yoksa, herhangi bir neden olmaksızın da bir uyanık olma durumu var mıdır? Eğer bir olay, bir neden karşısında uyanık duruma geçerseniz, o zaman ona bağımlı olursunuz; bir ilaç, cinsellik, resim yapmak ya da müzik olsun, bir şeye bağımlı olduğunuz zaman, uykuya yanılmanıza izin veriyorsunuz demektir bu. Demek ki, herhangi bir bağımlılık, becerinin sonu, sanatçılığın sonudur. 
Soru: Hiç bir nedene sahip olmayan bu öteki uyanıklık durumu nedir? İçinde ne bir neden, ne de bir sonucun olmadığı bir zihin durumundan söz ediyorsunuz. Bir nedenin sonucu olmayan bir zihin durumu olabilir mi ? Bunu anlamıyorum. çünkü düşündüğümüz her şey ve olduğumuz her şey, kuşkusuz ki bir nedenin sonucu. Neden ve sonucun sonsuz zinciri var. 
Krishnamurti: Bu neden ve sonuç zinciri sonsuz, çünkü "sonuç", "neden" oluyor ve "neden" daha başka "sonuçlar" doğuruyor ve böylece sürüp gidiyor. 
Soru: O zaman, bu zincirin dışında ne gibi bir eylem var? 
Krishnamurti: Bütün bildiğimiz, bir nedene, bir dürtüye sahip olan eylem; bir "sonuç" olan eylem ... Bütün eylemler, ilişki içindedir. Eğer ilişki, "neden" üzerine kuruluysa, kurnazca uyum sağlamaktır bu ve bu yüzden de kaçınılmaz olarak aptallığın, donukluğun başka bir biçimlerine götürür. Nedensiz olan, özgür olan biricik şey, aşktır. Aşk; güzelliktır, beceridir, sanattır. Aşk yoksa, sanat da yoktur. Sanatçı enstrümanını güzelce çalıyorken, "ben" yoktur, aşk ve güzellik vardır. Budur sanat. Bu, eylemdeki beceridir. Eylemdeki beceri, "ben"in yok olmasıdır. Sanat, "ben"in yok olmasıdır. Ama, hayatın bütün alanını boşlayıp yalnızca küçücük bir bölümü üzerinde yoğunlaştığınız zaman "ben", ne kadar yok olursa olsun hala beceriden uzakta yaşıyorsunuz ve bu yüzden de bir hayat sanatçısı olmuyorsunuz. Yaşarken "ben'in olmaması, aşk ve güzelliktir ve kendi becerisini kendisi getirir.
En büyük sanat şudur:
Hayatın bütün alanında beceriyle yaşamak.
 
Soru: Aman Tanrım! Bunu nasıl yaparım? Görüyorum, kalbimde hissediyorum onu, ama nasıl sürdürebilirim? 
Krishnamurti: Onu sürdürmenin hiç bir yolu yok, onu beslemenin hiç bir yolu yok, onun hiç bir alıştırması yok; sadece onu görmek var. Bütün becerilerin en yücesi, görmektir.
( Değişmek Zorundayız - J.Krishnamurti )

SAHAT VE HAYATLA İGİLİ KİTAPLAR


Sanat Ütopya: Mutluluk Hayalleri
Sosyal Sanat ve Fransız Solu (1830-1850)
Neil McWilliam
Fransa’da 1830-1850 arası döneme iki devrim damgasını vurur: Krallığa son veren 1830 Devrimi ve İkinci Cumhuriyet’in ilan edildiği 1848 Devrimi. Her iki devrimin de ilk anda başarıyla sonuçlanması, bu dönemde insanlığın kurtuluşuna ilişkin umutları canlandırır ve bir ütopyalar çağına yol açar. Saint-Simon ve Charles Fourier'nin “sosyalist ütopya”larıyla Marx ve Engels’in komünizmi hep bu çağın eserleridir. Bu ütopyaların hedefi, hayatın sanat gibi, şiir gibi yaşandığı toplumlardır. Bu nedenle de, sanatçılara devrimci dönüşümlerin önderliği rolünü verirler. Sanatı ve sanatçıyı ilk kez bu ütopyalar, bir “avangard” olarak tanımlarlar. Sanatı bir “umut ilkesi”, bir “mutluluk vaadi” olarak görüp hayatla ve siyasetle kaynaştıran fikirler, ütopyalar çağında ortaya çıkar. 20. yüzyılda modernist estetiği, mimarlığı ve avangard hareketleri yönlendiren başlıca saikler de bu fikirler olacaktır. "Tarihin sonunun ve sosyalizmin ölümünün ilan edildiği günümüzde, yeni mutluluk hayallerine belki de her zamankinden fazla ihtiyacımız var." Neil McWilliam
çağdaş sanatın örgütlenmesi
Estetik Modernizmin Tasfiyesi
Ali Artun
1990’lardan başlayarak sanat dünyasını bir “çağdaş sanat” humması sardı. Birbiri ardına faaliyete geçen çağdaş sanat müzeleri, çağdaş sanat galerileri, çağdaş sanat müzayedeleri vb. aracılığıyla dev bir küresel sanat piyasası inşa edildi. Küresel metropoller arası yarışta hamle yapmaya çabalayan İstanbul da bu piyasanın merkezlerinden biri haline geldi.
Çağdaş sanatın alabildiğine örgütlü olduğu ortadadır, ama onun ne olduğu henüz bir bilmecedir. Sanatın, sanat tarihi, eleştiri ve estetik gibi evrensel kaynakları, “çağdaş sanat nedir?” sorusunu daha yeni yeni tartışmaya başlamıştır. Bu tartışmalarda çağdaş sanatın örgütlendiği ortamların incelenmesi kilit yer tutmaktadır. Ali Artun’un yazıları da bu kapsamdadır: sanat yönetiminin yükselişi; bienallerde benimsenen yönetim/işletme modelleri; tasarım ile çağdaş sanatın bağı; sanatın müzayedeleşmesi; çağdaş estetik, realizm ve şiddet; çağdaş himaye sistemleri; sanat tarihinin ve eleştirinin kaderi... Ama bütün bu konuların altındaki asıl tema ortaktır: modernizmin tasfiyesi.
sanat mezat
12 Milyon Dolarlık Köpekbalığı - Çağdaş Sanatın ve Müzayede Evlerinin Tuhaf Ekonomisi
don thompson
Küreselleşmeyle birlikte, kültürün özelleştirilmesi ve finansın ekonomide egemen olması sonucu, sanat da önemli bir finans aracına dönüştü. Finans dünyasını yöneten spekülasyon giderek sanatı da teslim aldı. Bu süreçte müzayede, sanatın değerlendirildiği bütün diğer ortamların önüne geçti. Müze, fuar, bienal ve galerilerin işleyişi üzerinde, hatta sanat tarihi ve eleştiri yazınında bir hegemonya oluşturdu. 1990’larda tırmanan bu gelişmeyi çağdaş sanatın yoğun olarak piyasalaştırılması izledi. Sanat bir lüks, sanatçı da bir girişimci olmaya yönlendirildi. Aralarından işini bilen bir azınlık, tarihte hiçbir sanatçının hayal edemeyeceği servetler kazanırken, çoğunluk kaybetti. Don Thompson, Sanat Mezat kitabında, “çağdaş sanatın ve müzayede evlerinin bu tuhaf ekonomisi”ni araştırıyor.
Müzayedeci, Mark Rothko’nun “Beyaz Merkez” adlı tablosu için 72,8 milyon dolara çekici indirdiğinde, salondan uzun bir alkış yükselmişti. Kutlanan neydi? Alıcının zenginliği mi? Egosunun zaferi mi? Estetik beğenisi mi? Yeni bir rekor fiyat mı? Müzayede çekici indiğinde, fiyat değere eşitlenmiş olur ve bu, sanat tarihine geçer. Fiyat, sanat tarihinin artık bir çek defteriyle ne kadar kolay yeniden yazıldığını göstermektedir.


Don Thompson
sanat manifestoları
Avangard Sanat ve Direniş 
Sunuş: Ali Artun
Sanat manifestoları 20. yüzyılda sanatın tarihinin en sahici belgeleridir. O nedenle manifestolara başvurmadan modernizmi ve avangardı canlandırmak boşunadır. Onlar, çağdaş sanatın bilinçaltının da şifreleri sayılır. Ayrıca, sanat manifestolarının gücü, başta felsefe ve politika olmak üzere, sanatın ötelerinde de etkili olur. Çağdaş eleştirel düşüncenin esin kaynaklarından biri, bu manifestoların modernliğe karşı yürüttüğü inatçı muhalefettir.
Sanat Manifestoları derlemesi, sanatı ve hayatı aklın egemenliğinden sökmeye çalışan, hayal gücünü özgürleştiren ve sanatın özerkliğini kuran avangard hareketlerin bildirilerini biraraya getiriyor. 20. yüzyılda avangardın vaat ettiği umudun ve direnişin yüzyıl dönümündeki izlerini sürüyor.


Modernizm olarak bilinen kültürel devrimi, öncelikle manifesto biçiminden yaptığı uyarlamalar dolayısıyla kavrıyoruz.- Janet Lyon
sanat komplosu
Yeni Sanat Düzeni ve Çağdaş Estetik 1 
Sunuş: Sylvere Lotringer
jean baudrillard
Jean Baudrillard, 1996’da Sanat Komplosu’nu yayınladığında, artık çağdaş sanatın varlık nedeni kalmadığını ilan ederek sanat çevrelerinde büyük bir skandala yol açtı. “Sanat, bayağılığa, atıklara, vasatlığa, değer ve ideoloji diye el koyuyor,” diye yazmış, çağdaş sanatın hükümsüz olduğunu, bir hiç olduğunu belirtmişti. Bu “saldırı” karşısında bazı eleştirmen ve küratörler Baudrillard ismini defterlerinden sildiler; işi bilenlerse, yankılar uyandıran bu parlak “skandalın” şehvetli ürpertisini hissettiler yalnızca. Sanat hakkında ne söylendiği önemli değildi – yeter ki sanattan söz edilsin. Dünya çapındaki “Yeni Sanat Düzeni,” öylesine güçlü ve göz kamaştırıcıydı ki, kendisine yönelik her türlü tehdidi kışkırtmaya da, bu tehditleri sindirip massetmeye de muktedirdi. Sanat Komplosu’nda Baudrillard da tam olarak bunu iddia ediyordu: Eleştiri bir eleştiri yanılsamasına, tüketim düzenine içkin bir karşı-söyleme dönüşmüştü. Günümüzde sanat, tıpkı herhangi bir ticarî işletme gibi, kariyer fırsatları, kârlı yatırımlar ve yüceltilmiş tüketim nesneleri sunuyor. Sanatla ilgisi olmayan her şey sanata dönüşmekte. Roland Barthes, “Amerika’da cinsel ilişki dışında her yerde cinsellikle karşılaşabilirsiniz,” derdi. Şimdi her yerde sanat var, sanatta bile. 
Sylvère Lotringer


Jean Baudrillard, 1968 devrimi ertesinde düşünce dünyasında yaşanan Paris merkezli radikal dönüşümün avangardıdır. Onun geliştirdiği “simülasyon”, “hiper gerçeklik” gibi kavramlar bugün kültürel eleştirinin anahtarlarını oluşturur. Baudrillard’ın sanathayat dizisinden yayınlamaya devam edeceğimiz çağdaş sanat ve estetik üzerine incelemeleri, çağdaş sanat üzerine düşünenlerin temel referansları sayılır.
sanatta ve edebiyatta eleştiri
Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı 
Sunuş: Philippe Lacoue, Labarthe Fred Rush
walter benjamin
“Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı”, Benjamin’in 1919’da Bern Üniversitesi’ne sunduğu doktora tezidir. Erken romantiklerin sanat eleştirisi konusundaki görüşlerine odaklanan bu eser, eleştirel kuramın temel metinlerinden biridir ve günümüzde de pek çok çalışmaya konu olmaya devam etmektedir. Benjamin, modern eleştiri kavramının temellerini, 1800’lerin başlarında Schlegel ile Novalis’in attığına inanır. Erken romantikler, eleştiriyi başlı başına sanat eseri mertebesine yükseltirler: 
Eleştiri, bir eserin yorumlanması değil, tamamlanmasıdır; beğeniye bağlı bir yargılama değil, eserdeki hakikatin açığa çıkarılmasıdır. Benjamin’in tezinde, romantizmin daha yaygın olarak bilinen geç safhaları ile erken romantikler arasındaki farkları okuyoruz: Deha kültüne ve doğa tapınısına karşılık, Kant’ın ve Aydınlanma’nın mirası olan eleştirel bir uyanıklık ve nesnellik. Sanatın, dolayısıyla eleştirinin hakikatinin bulanıklaştığı günümüzde, Benjamin bizi ikisinin de haysiyetini korumaya çağrıyor.
sanat a.ş
Çağdaş Sanat ve Bienaller
julian stallabrass
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından devreye giren yeni dünya düzeni, sınır tanımayan bir serbest ticaret rejimini uygulamaya koyarken, çağdaş sanatı da derinden etkiler. Sermaye ile birlikte dolaşımı serbestleşen sanat, giderek dev küresel şirketlerin, korporasyonların denetimine açılır. Bu süreçte, sanat da, sanat kurumları da temelden dönüşür: Başka başka kentlerde şubeler açan müzeler giderek mağaza zincirlerini andırır; dev şirketlerin logoları ile müzelerin logoları, sanatçı isimleri ile marka isimleri, pazarlama stratejileri çerçevesinde birbirine karışır. Dev sergiler, imajlarını tazelemek isteyen devletlere, kentsel dönüşüm projelerini satmak isteyen yerel yönetimlere aracılık eder. Kimlik, farklılık, melezlik, “sınırların aşılması” gibi temalar etrafında örgütlenen bienaller de, yeni dünya düzeninin gösterilerinden biri olmaktan öteye gidemez; diğer sanat kurumları gibi, zamanla şirketlere özgü bir kurumsal yönetim disiplininin, “sanat yönetiminin” etkisine girer. Sanat A.Ş., küreselleşmiş dünyanın kültürel çoğulluk görüntüsünün ardındaki Batı merkezli homojenliği, “sınırsız serbestlik” şiarıyla maskelenen sansür ve dışlama mekanizmalarını açıklıyor. Çağdaş sanatın, devletlerin ve şirketlerin güdümündeki seyrini izliyor.
bauhaus: modernleşmenin tasarımı
Türkiye’ de Mimarlık, Sanat, Tasarım Eğitimi ve Bauhaus
ali artun - esra aliçavuşoğlu (ed.)
Bauhaus düşüncesi, bir stilin, bir eğitim hareketinin ötesinde, 1950’lerden beri Avrupa’da yürürlükte olan kültürel, ekonomik ve toplumsal bir modernleşme programını ifade eder. “Yeni” bir hayatın tasarlanabileceği inancını temsil eder. Almanya’nın kültürel nüfus politikaları bağlamında, son Osmanlı yönetimlerinin ama özellikle de Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının modernleşme girişimlerinde etkili olur. Sanayileşme atılımı ile sanatın birleştirilmesine yönelik kültürel politikaların ve eğitim reformlarının yapılandırılmasında Bauhaus akılcılığının katkısı önemlidir. Gazi Terbiye Enstitüsü, Köy Enstitüleri; sanat, sanayi ve meslek okulları; İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi gibi mühendislik – mimarlık okulları; güzel sanat ve uygulamalı akademileri hep Bauhausçu ilkeleri benimserler ve bunlara göre yetişmiş kadrolar tarafından kurulurlar. Günümüzde Türkiye’de çağdaş eğitimin örgütlenmesi ve tasarım kültürünün hızla yükselmesi hâlâ Bauhaus’un izlerini taşır. Bauhaus: Modernleşmenin Tasarımı, bugünkü Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin çekirdeğini oluşturan ve 1957 yılında Alman ve Türk Bauhausçular tarafından kurulan Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’nun 50. kuruluş yıuldönümü dolayısıyla düzenlenen “Türkiye’de Mimarlık, Sanat, Tasarım Eğitimi ve Bauhaus” Sempozyumuna sunulan bildirileri kapsamaktadır.
sanatçı: eleştirmen, yalancı, katil
Estetik ve Etik Üzerine 
Sunuş: Elizabeth Hollander
oscar wilde
Oscar Wilde modernist edebiyatın Baudlaire ve Mallermé gibi öncüleriyle birlikte anılır. Ama o yalnızca edebiyatıyla değil, sanat ve edebiyat üzerine eleştirileriyle de 20. yüzyıl avangardı üzerinde etkili olur. Ayırca, onun en önde gelen eseri kuşkusuz hayatıdır. Zaten dehasını hayatına katığını, eserlerine ise sadece yeteneğini koyduğunu söyler. Bu derlemedeki yazılarında, Oscar Wilde’ın modernist sanat ve edebiyat düşüncesi kadar, çevresine meydan okuyan hayatını da izleriz. Kitabın ilk yazısı “Sanatçı Olarak Eleştirmen”de Wilde, bir sanat eserini yorumlamanın onu üretmekten daha yaratıcı bir etkinlik sayılması gerektiğini ve eleştirmenin en yetkin sanatçı olduğunu ileri sürer. “Kalem ve Zehir”de sanatın ve sanatçının her türlü ahlakî yargıdan bağımsız olduğunu, “Yalanın Gözden Düşüşü”nde ise sanatın doğayı ve hayatı değil, hayatın ve doğanın sanatı taklit ettiğini savunur; ona göre gerçekliğe bağlılık ilkesi sanatı adeta zehirler. Kitaptaki son metni “Sosyalizm ve İnsan Ruhu”nda Wilde, insanlığın diğerkâmlık ve hayırseverlik gibi erdem kisvesine bürünmüş iki sıkıcı yükten sosyalizm sayesinde kurtulabileceğini iddia eder.
sanat ve siyaset
Kültür Çağında Sanat ve Kültürel Politika
Sunuş: Sanatın Siyaseti ve Siyasetin Sanatı, Lev Kreft
ali artun (ed.)
Sanat siyaseti içerir mi, dışında mı bırakır? Yoksa sanatınki büsbütün başka bir siyaset midir? Ya da... sanatın, hayatı; hayalgücünün de gerçekliği dönüştürebilme kudreti genelgeçer siyaseti tehdit mi eder? Plato bu yüzden mi şairleri ideal kentinden kovmuştur? Otokratik kültürlerin yapılanmasında siyasetin estetikleştirilmesi ve sanatın popülerleştirilmesi nasıl rol oynar? Modernliğin siyasal ve sanatsal ütopyaları iflas mı etmiştir? Sanatın ve siyasetin sonunda mıyız?.. Walter Benjamin, Hal Foster, Lev Kreft ve çağdaş estetiğin yıldızı Jacques Rancière, Sanat/Siyaset derlemesinin ilk bölümünde bu gibi ezeli tartışmalarla uğraşır ve sanatın vaat ettiği umutların izini ararlar. ‘Sanat’ın ve ‘siyaset’in özellikle günümüzdeki dönüşümünü incelediği Sunuş yazısında ise Lev Kreft, bu tartışmaları doğuran sanat tarihine ışık tutmaktadır. Derlemenin ikinci bölümünde Serge Guilbaut, Renata Salecl ve Brian Wallis, kültürel politikaların sanat üzerinde nasıl iktidar kurduklarına ilişkin çarpıcı örnekleri incelerler: II. Dünya Savaşı ertesinde New York, nasıl Paris’in icadı modernizmi kendine mal ederek Avrupa üzerinde bir kültürel hegemonya oluşturmuştur? Reklam imparatoru Charles Saatchi’nin koleksiyonunda çağdaş sanatlarla, çağdaş savaşların ilişkisi nasıl belirir? Türkiye’deki 12 Eylül darbesinin meşrulaştırılmasında sanat nasıl yönetilmiştir?
sanat ve cinsiyet
Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri 
Sunuş: Sanat Tarihinin Feminist Eleştirisi, Thalia Gouma-Peterson ve Patricia Mathews
ahu antmen (ed.)
Yakın geçmişe kadar müze koleksiyonlarına ve sanat tarihi kitaplarına baktığımızda, tarih boyunca hemen hiç kadın sanatçının yaşamamış olduğu, yaşamışsa da herhangi önemli bir sanatsal katkıda bulunmadığı kanısına varabilirdik. Bugün durum pek de öyle değil. ABD ve Avrupa’da 1960’lı yıllardan itibaren yaşanan toplumsal feminist dalga, çok geçmeden etkisini sanat pratiği ve kuramında da gösterdi. Başta Linda Nochlin’in çığır açıcı makalesi, “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” olmak üzere, feminist eleştirmen ve sanat tarihçilerinin geleneksel sanat tarihi üzerindeki incelemeleri, kadın sanatçıların üretiminin görmezlikten gelinmesi sürecini ciddi anlamda kesintiye uğrattı. Aradan geçen yıllar içinde sanat tarihi kitaplarının yeni basımlarında kadınlara da yer verilmeye başladı; feminist sanat tarihçilerinin öncülüğünde, unutulmuş, gözden kaçmış, çeşitli nedenlerle hiç önemsenmemiş kadın sanatçılarla ilgili monografik çalışmalar yapıldı. Deha, ustalık, yetenek gibi kavramların erkekler tarafından erkekler için belirlenmiş olduğuna inanan feminist sanat tarihçi ve eleştirmenlerin akademi, müze, sanat tarihi gibi belirleyici kurumların kadın sanatçıyı sürekli dışlayan sistematiğini belli bir sorgulamaya tabi tutması, tarihin akışını bir ölçüde dönüştürdü. Bu seçki, bugün de sürmekte olan o yoğun sorgulama sürecinden seçilmiş metinleri bir araya getiriyor.
kültür endüstrisi
Kültür Yönetimi 
Sunuş: Kültür Endüstrisi, J.M. Bernstein
theodor w. adorno
Adorno “Kültür Endüstrisi” kavramını Nazizm sona ererken ortaya atar (1944). Yıllar sonra bu kavrama geri dönerek “Kültür Endüstrisine Genel Bir Bakış” makalesini yazar (1963). Bu arada “Kültür ve Yönetim” üzerine düşüncelerini de yayınlamıştır (1960). Bu kitapta derlenen yukarıdaki üç yazı, gerek kültür kuramı, gerekse kültürel hayatın dönüşümü konusundaki eleştirel çalışmaların vazgeçilmez kaynaklarını oluşturur. 19. yüzyılda, Endüstri Devrimi’nin akılcılığına karşıt bir anlamda tanımlanan sanatın nasıl giderek maddi üretim süreçlerine ve onları yöneten akla yenik düştüğünü anlatırlar. Endüstriyel mantığın ve bürokratik işletme disiplinlerinin denetimine giren modern sanatın özerkliğini ve eleştirelliğini yitirmesini incelerler. Adorno’nun düşüncelerinin ufkunda, kültür ve sanat yönetiminin zamanımızdaki baş döndürücü yükselişini izleriz. “Adorno kültür endüstrisinin gidişatını da, yol açtığı tehdidi de açıkça görmüştür. En kötümser tahminlerinin zamanla gerçekleşmesi, kültür endüstrisi üzerine yazdıklarının, rahatsız edici de olsa, ne kadar çağdaş olduğunu gösterir.” – J.M. Bernstein
paris’ten modernlik tercümeleri
Académie Julian'da İmparatorluk ve Cumhuriyet Öğrencileri
deniz artun
Sarayın ve kilisenin kalesi Fransız Akademisi, 19. yüzyılda yaşanan modernleşme karşısında sarsılmaya başlar. Bu süreçte ortaya çıkan, dünyaya açık, liberal zihniyetli özel akademiler, millî ve resmî Paris Güzel Sanatlar Okulu’nun katı lonca disiplinine ve dogmalara dayalı eğitimine meydan okur. Bu özel akademilerin ilkini 1868’de panayır güreşçisi Rodolphe Julian kurar. Güzel Sanatlar Okulu’nun yabancıları ve kadınları atölyelerinden uzak tutan elitist eğitimini, mütevazı kayıt ücretini karşılayabilecek herkese açan Académie Julian, kısa zamanda Seine Nehri’nin iki yakasında toplam on iki atölyeye yayılır. 1959’a kadar ayakta kalan Julian Akademisi, bir asır boyunca elli değişik ülkeden sayısız sanatçıyı misafir eder. Yoklama defterlerinde adları bulunan Renoir, Bonnard, Matisse, Léger ve Duchamp 20. yüzyıl Paris’inin çehresini değiştirirler. Yetenekli gençlere dağıtılan padişah bursuyla Académie Julian’ın kapısını çalan ilk Osmanlı öğrencisi Şeker Ahmed Paşa’dır. Julian’ın Şeker Ahmed’in ardından ağırlayacağı ve aralarında Namık İsmail, Nurullah Berk ve İlhan Koman’ın da bulunduğu farklı kuşaklardan kırktan fazla sanatçı, bu atölyelerden taşıdıkları sanatta modernleşme tohumunu İmparatorluk ve Cumhuriyet topraklarında yeniden filizlendirmek için çalışır.
sanat müzeleri 1
Tarih Sahneleri - Sanat Müzeleri Müze ve Modernlik
ali artun
Modernliğin kuruluşunda müzenin rolü yaşamsaldır: Evrensellik ve bireysellik müzede canlandırılır; ulusa, devlete ve kamuya ait düşünceler müzede cisimleşir; yurttaş müzede terbiye edilir; akıl ve tarih müzede sahnelenir; sanat ve sanat tarihi burada ‘icat’ olunur. Müze ve Modernlik, müzeleşme ve modernleşme süreçlerinin etkileşimine bakıyor, müzenin büyüsünü yaratan güçlerin ve, bu arada, küratörlerin, mimarların ve tasarımcıların izini sürüyor. Ama hepsinden önce, efsanevi İskenderiye Müzesi’nden başlayarak, antik dönem ve Rönesans müzelerine değiniyor, nadire kabinelerinin ve arkasındaki hafıza sanatının gizlerini açıyor. Müze ve Modernlik eleştirel bir müze profili, bir tür müze kılavuzu ya da bir müze masalı. Bir yandan çağdaş “yeni müzeoloji”nin kaynaklarını aydınlatırken, diğer yandan Tarih Sahneleri – Sanat Müzeleri ciltlerinden ikincisi olan Müze ve Eleştirel Düşünce derlemesindeki metinleri sunuyor.
sanat müzeleri 2
Tarih Sahneleri - Sanat Müzeleri Müze ve Eleştirel Düşünce
ali artun (ed.)
Günümüzde müzeyle ilgili kuramlar en az müzelerin kendisi kadar canlı. Eleştirel düşüncenin etkin bir damarını oluşturuyorlar. Müze ve Eleştirel Düşünce, çağdaş müzeciliğin tekrar tekrar başvurduğu kimi metinlerden oluşan bir seçki sunuyor. Bu metinler modern toplumsal ve siyasal hayatın, modern kültürün ve kentleşme hareketlerinin müzedeki temsillerini inceliyorlar. Louvre, Orsay Müzesi, Pompidou Merkezi, Tate galerileri, New York Modern Sanat Müzesi, Metropolitan Müzesi ve daha birçok örnek Batı müzesini tarayarak, onların sahne arkasındaki müze kültürüne ve tarihine özgü değişik simgeleri aydınlatıyorlar, kavramları irdeliyorlar. Bir anlamda sanat yönetimini belirleyen politikaları tartışıyorlar.
kültürün özelleştirilmesi
1980'ler Sonrasında Şirketlerin Sanata Müdahelesi
chin-tao wu
Chin-Tao Wu, Kültürün Özelleştirilmesi'nde sanatın 1980'lerden sonra tırmanan "işletmeleşme" sürecini araştırıyor. Küresel şirketlerin denetimine giren sanat, bu şirketlerin tanıtım, yayılma ve iktidar stratejilerinde kullanılan bir araca indirgeniyor. Chin-tao Wu, bu indirgemenin altında yatan toplumsal, hukuki, örgütsel süreçleri inceliyor. Örnekler veriyor, vakalar anlatıyor. İşletme kültürünün, sanatın özerkliğini, eleştirel ve siyasal gücünü ne ölçüde aşındırabileceğini düşünmeye yöneltiyor. Kültürün Özelleştirilmesi, sanat sosyolojisi ve kültürel eleştiri geleneğine çağdaş bir katkı.
küreselleşen istanbul'da bienal
Kentsel Değişim ve Festivalizm
sibel yardımcı
Otuz yılı aşkın bir süredir İstanbul, festivalleri aracılığıyla dünyanın dünyanın kültürel coğrafyasında kendisine bir yer arıyor. Ancak, festivallerin ve sanat bienalinin amacı, başka ülkelerin kültürlerini/sanatlarını geniş kitlelere tanıtıp kültürlerarası etkileşimi geliştirmekten ibaret değil. Kent seçkinlerinin, Cumhuriyet sonrasında heybetinden çok şey kaybeden İstanbul'u yeniden bir dünya kenti haline getirme özelmlerini gidermek ve kentlerin de kendi başlarına bir "gösteri" olarak var olabildikleri bir dünya düzeninde İstanbul'u bir kültür başkenti yapmak gibi başka amaçları da var. Dolayısıyla artık festivaller yalnızca kültürel değil, bir o kadar da ekonomik ve politik birer proje. İstanbul Bienali, 2005 yılı için kavramsal çerçevesini "İstanbul" olarak belirledi - hem kentsel mekânın kendisine, hem de bu mekânın dünya açısından taşıdığı anlamın imgesel gücüne işaretle... Kürselleşen İstanbul'da Bienal, tam da bu zamanda İstanbul Bienali'ne eleştirel bir bakış yöneltmeyi öneriyor. Günlük hayatın estetikleşmesi ve tüketim kültürü bağlamında kent-bienal etkileşimine bakıyor. Bir modernleşme ve küreselleşme projesi, İstanbul'u pazarlama stratejisi ve kültürün özellştirildiği bir ortam olarak Bienal'in toplumsal etkilerini ve iktidarla ilişkisini irdeliyor.
sanatçı müzeleri
Sunuş: Kutuyu Aç, James Putham
ali artun (ed.)
Sanatçıların müzelerle arası hiç olmadı. İçlerinden müzeleri yerle bir etmeye kalkanlar dahi çıktı. Çünkü onlara göre müzeler sanatı hayattan mahrum ediyorlardı. Oysa onların davası sanatla hayatı kaynaştırmaktı. Müzelerle baş edemeyince, Schwitters, Lissitski, Duchamp, Haacke gibi sanatçılar kendi alternatif müzelerini kurdular. Ve Haacke'nin sözleriyle, "müzelerin bilinci nasıl yönettiğini" teşhir etmeye başladılar. Modern müzeleri besleyen tarih ve iktidar anlayışlarını tartışmaya açtılar. Onlar sayesinde müzeler, her şeyden önce modernliğin sergilendiği ortamlar olarak incelenmeye başladı. Çağdaş eleştirel müzeoloji doğdu ve modernliğin sorgulandığı birçok disiplinin odağına yerleşti. Sanatçı Müzeleri, sanatı müze olanların eserlerini derliyor. Sanat tarihçileri ve eleştirmenleri James Putham, Benjamin Buchloh ve Walter Grasskamp bu eserleri sundukları yazılarında onlardaki siyaseti keşfediyor.
tasarım ve suç
Müze - Mimarlık - Tasarım
hal foster
Hal Foster, Tasarım ve Suç'ta mimarlık ile tasarımın, sanat ile eleştirinin çağdaş kültür içindeki yerini tartışıyor. İlk bölümde, piyasa ile kültürün giderek nasıl kaynaştığını inceliyor. Gündelik hayatın her anına sızan tasarım kültürünün, kimlikleri markalara endekslemesi üzerinde duruyor. Zamanımızın iki gözde mimarı, Frank Gehry ve Rem Koolhaas'la ilgili yazılarında, mimarlığın, gösteri dünyası ve küresel kentle arasındaki bağlantılarını çözümlüyor. İkinci bölümde, Baudlaire, Valéry gibi kimi modernlik sözcülerinin yargılarına da değinerek, modern sanat ile modern müzenin tarihsel bağını inceliyor. Sanat tarihinin ve eleştirinin, görsel iletişim kültürünün egemenliği altındaki seyrini izliyor. Modernizm ve postmodernizmin akıbetine ilişkin sorular sorduruyor.
osmanlı müzeciliği
Müzeler, Arkeoloji ve Tarihin Görselleşmesi
wendy m.k. shaw
Müze kurumu, Osmanlı İmparatorluğu'na Avrupa'dan ithal edilmiş olmakla birlikte, kendisine özgün bir yol çizmiş. Osmanlı müzeleri, Batıcılık- Doğuculuk çatışmasından uzaklaşarak, hatta Batıcılığı kullanıp emperyalizme karşı koyarak, oluşum halindeki bir ulusal kimliği simgeleyebilmiş. Wend Shaw'un kitabı, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde müzeciliği kurumlaştıran kararlardan ve müzelere seçilen eserlerden yola çıkarak, bu ulusal kimlik serüveninin izini sürüyor. Osmanlı müzeleri, kendi dönemlerindeki gelişmelerden ve gereksinimlerden haberdar olmaları; daima değişime karşılık vermeleri; basit taklitçilikten, tekrarcılıktan veya özgünlük saplantısından uzak kalarak ince bir çeşitliliğe yönelmelerinden ötürü, kendilerinden sonraki girişimleri sorgulamamız ve eleştirebilmemiz açısından elverişli örnekler sunuyor.
modern hayatın ressamı
Sunuş: Baudelaire'de Sanatın Özerkleşmesi ve Modernizm, Ali Artun
charles baudelaire
İster hayatta, ister sanatta olsun, modernliği keşfe çıkanların pusulası ne zamandır Baudelaire. Modern kentle ve kültürle ilgili incelemelerde yer eden pek çok tema onun edebiyatında beliriyor. ‘Modern mitoloji’yle haşır neşir olanların antikitesi haline gelen 19. yüzyıl Paris’ine bizi o uyandırıyor. Adeta onun imgeleriyle hatırlıyoruz. Zamanımızda sanat/edebiyat tarihi kadar, sosyoloji ve kültürel çalışmalarla uğraşanlar da hep Baudelaire’e dönüyor. Ekonomik, toplumsal, siyasal hayatın modernleşmesiyle, sanatın modernleşmesi arasına çizgi çekerek, modernizasyon ve modernizm arasındaki gerilimi Baudelaire haber veriyor. Modernizmi edebiyatının kahramanları aracılığıyla bir özerkleşme efsanesi olarak ilk o temsil ediyor. Baudelaire şair olmadan önce bir eleştirmen. Aslında şiiriyle de, eleştirileriyle de yazdığı, sonuçta bir estetik manifesto. Modern Hayatın Ressamı bu manifestonun can damarı ve modern eleştirinin klasiği.
modern kültürde çatışma
Metropol ve Tinsel Hayat Moda Felsefesi 
Sunuş: Simmel - Modernitenin İlk Sosyoloğu, David Frisby
georg simmel
Simmel yaşadığı zamanın, tanık olduğu büyük dönüşümün -modernitenin-, kentin mahşerinin, bireyin yalnızlığının kültürel haritasını çıkarır. Bu harita sayesinde sosyolojinin sosyal bilimler içindeki yerini tanımlar, eleştirel düşünce, kültür kuramı ve kültürel çalışmaların temellerini atar. Toplumsal pratikleri formlar ve imgeler halinde canlandırarak hayatı sanata, sanatı hayata tercüme eder. Simmel’in en kapsamlı çağdaş yorumcusu David Frisby’nin sunduğu Modern Kültürde Çatışma, onun modern kültür, kent ve birey üzerine düşüncesini aydınlatacak üç temel metnini içermektedir.
avangard kuramı
Sunuş: Kuramda Avangardlar ve Bürger'in Avangard Kuramı, Ali Artun
peter bürger
Avangardın davası, sanatı ve hayatı buluşturmaktır. Sanatın içinden toplumu dönüştürmeyi umar. 20. yüzyılda eleştirel bir kültürün kurulmasındaki en aykırı deneyimi oluşturur. Bürger, iki dünya savaşı arasında tırmanan, dada, sürrealizm gibi avangard girişimler ve kışkırttıkları kuramsal polemikler ışığında, avangardın toplumsal, tarihsel suretini çıkarır. Avangardın modernizmle ilişkilendirilmesinde sürüp giden belirsizliği çözümler. Avangard Kuramı, 20. yüzyıl kültürü, sanatı ve edebiyatı üzerine incelemelerde bir eşik sayılır. Uyandırdığı tartışmalar hâlâ sürüp gitmekte ve avangardın sicilini zenginleştirmektedir. 1968 eylemleri avangardın belki sonu, belki de yeniden doğuşudur. Öyle veya böyle, avangard sanatın hayatındadır. Uyandırdığı umut ve tehdit etkisini sürdürür.